12.5.10

sürekli arayış içinde olma hali halsizleştiriyor beni.

28.4.10

Nihilist Manifesto

1. Yaşadığın hayatı sevmek için bir sebep bulamıyorsan yaşadığın hayatı seviyormuş gibi yapma.

2. İnsanların ezici çoğunluğu asla düşünmez, düşünenler de asla ezici çoğunluk olmaz. Ayrımı gör! Tarafını seç!

3. Tarafını seçemiyorsan bari sadece yaşa, hırslarından arın; bir su yosunu ya da yaban otu ol.

4. Cevaplarıyla ilgilenmediğin sorular sorma.

5. Hayatta başarmak için yeteneğin ya da sebebin yoksa uğraşma boşuna, bir şey olmakla yetin. Sahip olma, sadece ol!

6. Bir şey olmak için yeteneğin ya da sebebin yoksa sadece var olmakla yetin. Bir şey olma, sadece var ol!

7. Var olmak için yeteneğin ya da geçerli bir sebebin yoksa sadece tahammül et hayata.

8. Toplum ile benlik arasında derin bir uçurum, onun üzerinde de sarsak bir asma köprü varsa umutsuzca ikisini bağlamaya çabalamak yerine pekâlâ asma köprüyü yakıp topluma veda etmek suretiyle ebediyen benliğin tarafında kalabilirsin.

9. İçerideki uçurum seni dışarıdaki dünyadan daha çok heyecanlandırıyorsa pekâlâ içine, yani kendi zihnine düşebilirsin.

10. Sevdiğin bir arkadaş bulursan eninde sonunda hepimizin var oluşsal açıdan yalnız olduğunu, sonsuz yalnızlığın er ya da geç en beklenmedik arkadaşlıklara bile galebe çalacağını unutacak kadar alışmaya kalkma ona.

11. Önceki maddeyi unutacak kadar alıştığın bir arkadaş bulsan dahi hayatın başka başka alanlarında seni hezimete uğratabileceği gerçeğini asla gözdem kaçırma. En iyi arkadaş dahi zor durumda bırakabilir seni. Doğumda ve ölümde olduğu gibi tavlada da yalnızız.

12. Şu hayatta ne yaparsan yap, sakın ola anneni değiştirmeye çalışma. Annenle kurduğun yahut kuramadığın ilişkiyi de değiştirmeye çalışma zira bu girişim ancak hüsranla sonuçlanır. Sadece kabul et ve razı ol. Eğer sadece kabul edip razı olamıyorsan başa dön, ilk maddeye tekrar bak.

Elif Şafak

14.4.10

24 yıl öncesi... baharın tam ortası…
doğdum, büyüyorum, ölücem…
"tüm" insalık gibi "tüm" zamanları içimde barındırıyorum hepsi bu…

21.3.10

Rachel Corrie

sadece 16 martta facebook sayfalarının avatarlarını süslemek,sanal kahramanlık yapmak isteyenlere prim vermek için ölmedin sen...

barış için öldün.gerçek bir kahramandın.cennette filistin çocuklarıyla birlikte mutlu olduğunu düşlüyorum ve uğrunda öldüğün barış için kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum.senin kadar kahraman ve cesur bir ruhumun olmamasına üzlüyorum birde...

Rachel Corrie

April 10, 1979 – March 16, 2003

8.3.10

yollar çocukluğumdan beri üstüme yapışan lanet gibi.ilkolul arkadaşlarım,çocukluk arkadaşım,komşularım,sevdiğim adam,8 yıllık kadim dostlarım ve şimdide 1 yıldır tanıdığım ama sanki asırlarca beraber yaşadığımızı sandığım dostumu ayırıyor benden...
hayat beni hep yollarla dize getirmeye çalıştı hep bir şekilde sıyrılabildim melankoliden.herkesin kendimin bile alternatifi olduğuna inandım hep yeni düzenlere kolayca uyum sağlayabildim.yollara inat hiç unutmadım yaşadıklarımı her gün tazelemekten vazgeçmedim.geçmişe dönük biri demeleri bundandır..
ama şimdi çok yoruldum.yaşlandım.yaşlanmak için ellerinin buruşmasına gerek yok,yılları saymaya gerek yok,çok tecrübeler yaşamana çok büyük zorlukları aşmana da gerek yok bence.artık yorulduğunu hissedip kendi hayatına bile uzaktan seyirci kalıyorsan yaşlanmışsın demektir.
hayatta hiç bir şeye bağlanmak yok bundan sonra.bağlandın mı kopartmak farz oluyor zira...

9.2.10


Zamanında yaktığım tüm umutları o cafede söndürmemin adına...

25.1.10

bir hırsızın yazıverişleri

Gönlümün sırtına bir yelek atmıştım, sonbahar sevişirdi dallarım ile... İçimde bir kıvılcım var olup yangına bedel dumanlanırdı. Okyanus dokunmaya ürkerdi, kendi buharını tatmaya korkardı. Kafatasında bambaşka bir vücut vardı.Tebessüm ile boğazıma nokta tıkayan bir bedendi o. Sözüm tükenmezdi ona, iki nokta da ben yetiştiririm kendi gırtlağıma... Vakit bağıra çağıra demlerken bizi, devirirdi beni cümlelerinde, basardı ünlemini içime. Korkmazdı acıtmaktan, korkmadığım için acımasından…

Akıl gurultumdan onu duyamıyordum başlarda. Kalbimin peşine düştü düşeli aklım kayıplara karışmıştı. Besleyebilecekse yanaşmalıydı fakat kuru kuruya onunla dolan boşalmış içime su dahi serpememişti. Tüm yüzsüzlüğümle açmıştım ağzımı yummuştum gözümü. Küçüktüm; gerçi çocuğum ben hala, trilyon yaşlarında hala anne rahminde saklanan bir hücreyim. Öldüğüm gün ilk ergenlik sivilcemi Çıkartıp oynayacağım...

Ardından söndürüldüm aniden... Fark etmiştim ki aşk uzaktakinin adıymış... Yakınken sadece bir anlık hevesmiş. Fantezilerden soğuyordum onu düşledikçe, onu düşünemedikçe. Başıma sık sık üşüşenler tarafından üşüyerek korkutuldum. Bilerek, kendisi tarafından, benim bilmediğim bir şekilde oldu. Bu daha korkutucuydu.

Beni tanrı sanmamalıydı, her arzunuzu yerine getiremezdim ben. Saklardı kendini ruhum, gizli bir köşeye. Ağlayıp dururdu kuytuda kendi için... Bencilce incittim onda ki kendimi. Pişman olmayacak kadar kibirli ve anlamlı bir asalet siz anlamasanız da. Muz yedi diye kendini kadın sayan maymun iştahlı dişiyle tanışmamıştım hiç aynalarda. Meğer ne ben kadar hovardaymışım! Kuşanmıştım annemin rahminde giyindiğim ten kokan zırhımı, hazırdım... Koparsaydı fırtına, geçemezdi tenimden kasırgası dahi. Fark ettim ki kimsenin aşkı sevdası kalıcı değilmiş insan tenimin hafızasında.

Gidemez günlerim, toplarım onları teker teker tenimdeki çiziklerde. Koleksiyonunu yaparım saatlerin, biriktiririm günleri. Bir kelebek koleksiyonu tutturmuş zamanım, renklerini çalıyorum insanlardan. Ben bir ruh hırsızıyım. Tekrar yaşayamayan, yaşanılamayan rengârenk kanatlarımla gömüleceğim akıllara, toprağıma mumlar dikilecek, türbesi olacağım hevesin! Uçamam yalnızlıktan, yorgunluktan zamanla kuruyacak kanatlarım... Affedilişlere muhtaç olmaya ihtiyacım olduğunu gururuma tekme atmamak namına salkıyacağım evrenden.
Keşke kaba kuvvetin mantığını anlayabilseydim, dokunsaydım size derin derin... Aşklarımla sevdalarımla, gönlümle konuşmaktan korktuğum için yazıyorum, insanlarla konuşmaktan korktuğum için. Okumuş gözlerle kulak misafiri olurlarken bana, ses çıkartamıyorlar. Mırıldansalar bile benim öncesinde sağır edilen kulaklarımı titretemiyorlar. Sakin, sessiz izliyorlar taraflarında. Sitemlerinden, müdahale gürültülerinden, yanlış anlamalarından bihaberim. Haberdar olmak istemediğimden yazıyorum. İşteş fiilleri sevemiyorum. Sevişmekte dahi… İsteyemiyorum. Kendimi duyamayacak kadar yakın olmak istemiyorum onlara. Her dediğimi dalga veya sansürlü anlamaları epey içime kapatıyor beni. O dalgalarda boğabilirler insanlığımı. Bu yüzden... Sağırım ben, dilsizim her daim. Bana, benim kendime yaklaştığım gibi yaklaşın... Tüm duyularınızdan kurtulup akla sahip gözlerinize itimat edin...

Ben yazamam her zaman... Uzun uzun yazmak gelir içimden kısa ünlemli duygularım depreştiğinde... Deprem yaratır hislerim, kalemimin ucuna nişan alıp kırarlar ilhamımı. Yıkılırım. Zannederler ki pes edişimin fermanıdır bu durum. Oysaki hırsımı kamçılarlar hızsızlıklarıyla. Enkazım dahi sayfamı korkutur, ruhumun soluğu parmak uçlarımdan kırmızı mürekkep akıtır. Devamını görüp kıskanırım ardından cümlelerimi ve silerim zihnimi. Saklayamam kendime dahi... Bu yüzden defter defter yakmışımdır mazimin çetelesini. Kimse okusun isteme. Kimseye kalemimi, kâğıdımı, klavyemi ya da her ne ise yar etmem, elimde değil edemem. Kendimi dahi okutamam insanlara bazen... Bu görünürde ki karalama zamanında ara ara tükürdüğüm ardından yalayıp kendimi tiksindirdiğim ve şuan yüzünüze kustuğum satırlardan ibarettir. O kadar acizimdir. Yenilgiye alıştığı için sevinip galibiyete kavuşanlardan olmanın acizliği.
Kıskançlığım da sadece kendimedir. Ben bana aşığım, bana sevdalı... Aldatırım ben hariç her kim varsa içimde, dışımda. Acısı oldum ömrümün sofrasının... Acıyorum kendime bazen, acıtıyorum kendimi... Ben acıyı seviyorum... Saçmalıyorum da. Ve ispatıdır yazamıyorum dediğim anda yazıverişlerim.




kalemini çok sevdiğim bir arkadaşımın benim için yazdığı yazı..ben beni anlatırken tek o duymuş o yazmış..

19.1.10




“Bu dünyanın camlarını kırmak istiyorum. Babamın
büstünü de kırmak istiyorum. Ben büstleri değil, insanları
seviyorum.”


Arat Dink

18.1.10

tek düze geçen günlerde yazmaya değer şeyler bulmak beni aşan bir hadise...Türkiye gündemi ile ters orantılı giden bir yoğunluğum var sanırım.hayatımda her şey aynı.yatıyorum kalkıyorum işe gidiyorum seviyorum üzülüyorum v.s. (sevmekten sonra üzülmek fiili yanına nasıl güzel yakıştı).dönelim ülke gündemine.nerden başlasam diye bocalıyorum yazmaya niyetlendiğimde.kozmik odasından tut,sivil darbe söylemlerine kadar her şey çok şişirme ve çokça ciddiyetsiz bana göre.
3 askeri , bir post modern darbe, bir de e-muhtıra sığdırabilen bir ülkede yaşayan sıradan bir vatandaş olarak darbe girişimlerine inanmayanlara da ben inanamıyorum aslında.benim yazacaklarım bundan ibaret gerisini görsellere bırakıyorum.







şimdilik bu kadar.rahatlamak adına yazmak gibisi yokmuş-tekrardan hatırlamak güzel-
:)